HAYATIN ICINDEN


HAYAT BİLGİSİ

Sorumluluğumuz Nereye Kadar?

Gün gelir dayanamayız ve benden bu kadar. Benden artık sorumluluk gitti deyiveririz. Ondan sonra da rahatlarız sözüm ona. Omuzlarındaki yükleri alınmış insanlar gibi bir süre için bulunulan sandalyeye, koltuğa ve divana yayılıveririz! Oh, ne rahatmış.    Hafifleyiverdim! Diye sözüm ona sevinir çok kişi.
Bu sahnelere çoğumuz defalarca şahit olmuşuzdur. Bu durum esasında işin kolayına kaçmak ve hatta gerçeklerden korkmak ve gerçeklerin altında ezilmiş olmaktır. Yani, hayatın mana ve gayesini kavrayamamış olmanın ortaya çıkışıdır bir bakıma.
İnsan yaşadığı sürece akıl, mantık ve fikre sahip ve bunlara karşın bir sürü sorumluluklarla yüklü olduğunu ve bu sorumluluklarının değişik boyutlar göstererek taa ölünceye kadar devam ettiğini bilir. Hayatın bir yerde gereğidir sorumluluklar. Hatta sorumluluklarımız sadece bugüne ait değil, çocuklarımıza, onların çocuklarına, yani hepimizin geleceğine ve insanların geleceğine kadar uzar gider. Bir bilinmeyenden başka bir bilinmeyene doğru yol alan biz insanlar, sadece kendimizi değil, bizden sonrakileri de düşünmek ve onlar için de sorumluluklarımıza müdrik olmak zorundayız.
Zaman süratle geçiyor. Problemlerin sorumluluklara göre değerlendirilmesinin geciktirilmesi büyük zararlara yol açıcı davranışlar olarak ortaya çıkıyor. Bugünün büyük problemi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu yönden, pek çok ülke, geleceğin problemlerini ortaya çıkarmak onların muhtemel çözümlerini araştırmak için kurumlar kurmuş, binlerce alim, teknik eleman ve diğer personeli çalıştırmaktadır. Bugünün problemlerini çözememiş bizim gibi ülkeler için bu husus abartılmış bir düşünce olarak görülebilir. Ancak, bugün çekmekte olduğumuz bir sürü sıkıntı ve problemin, başka kuşakların sorumluluklarını yeteri şekilde yapmamalarından kaynaklandığını düşünürsek, konunun önemini sanırım kolayca idrak etmemiz mümkün olacaktır. Bu bakımdan sorumluluklarımız, günlük problemlerimizi ve günümüzü aşar durumdadır.
Benden bu kadar. Bana ne? Ben mi düzelteceğim işleri? Deyip gerçeklerden kaçmak yeterli değildir. Bu düşünce gün gelir kendimizi de kurtaramaz. Zaten hep birlikte çekmekte olduğumuz sıkıntılarımızın temelinde, yukarıda belirtilen ifadelerle şekil bulan sorumluluk kaçışlarıdır. Ve hele bir söz vardır. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın! diye, ne kadar yanlıştır, ne kadar insanı küçültücü, ne kadar tiksindirici bir sözdür. Ama bir gün bakar ki böyle düşünen insan, o bin yıl yaşasın dediği, kısa bir zaman sonra kontrol dışı büyür, tehlike haline gelir ve canından malından ve her şeyinden ediverir, vaktiyle kendisini hoş görenler. O zaman, çok kişinin kafasına dank eder ama iş işten geçmiş olur. Dünya tarihi bu gibi durumların binlerce canlı örnekleri ile doludur.
Bu yönden hepimiz zorluklara, problemlere, kötülüklere karşı olan sorumluluklarımızı iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu sorumluluklarımız, kendimize, diğer insanlara, toplumumuza, devletimize, dünyaya, canlı cansız her şeye olmak üzere bölümlere ayrılabilir. Ama hepsini insan olma, insanlığı duyma ve insanlığı yaşama sorumluluğu içinde toplamamız, birleştirmemiz mümkündür.
Ancak kişilerin gösterdiği gelişim, bulundukları aile ve çevre etkileri, aldıkları kültür ve terbiye etkisi altında, insanlarda sorumluluklar değişik boyutlar ve ölçüler gösterir. İşte bu boyut ve ölçülerdeki farklılıklar, bir yerde insanların, ailelerin müesseseleri, toplumların, devletlerin durumunu etkiler. Sorumlulukların duyarlı ve etkin olduğu yerlerde huzur ve rahatlık artar. Sorumluluk sapmaları ve sorumluluktan kaçmaların ve korkmaların olduğu yerlerde ise, çeşitli zararlar ve huzursuzluklar eksilmez. Bu gibi topluluklarda, sorumluluk duygusuna sahip idealist kişiler, menfaatçi kişilerin devamlı boy hedefleri olurlar, her türlü zorlukla karşı karşıya bırakılırlar.
Çeşitli yalan, iftira ve karalamaları ile yollarından döndürülmek istenir sorumluluğa sahip kişiler.
Bu yönden, hepimizin huzurlu bir hayat için sorumluluklarımızı eksiksiz yerine getirmemiz, gerek kendimize gerek başkalarına, gerek toplumumuza karşı olan görev ve sorumluluklarımızı iyi değerlendirmemiz gerekmektedir.
Hayatın manasını araştıranlar, dünyada bulunuşumuzun nedenini düşünenler için hiç de zor bir konu ve sorun değil! İnsan olmayı bilmekle neticeye varmak o kadar kolaylaşıyor ki … İşte bütün mesele, insan oluşumuzun sorumluluğunu bilebilmekte, duyabilmekte!



KISSADAN HİSSE

Dert Ağacı
Eski çiftlik evini restore etmek için tuttuğum marangoz, işteki ilk gününü zorlukla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği onun ise bir saat geç gelmesine neden olmuş,
elektrikli testeresi iflas etmiş ve şimdi de eski püskü pikabı çalışmayı reddetmişti.
Onu evine götürürken yanımda adeta bir taş gibi oturuyordu. Evine ulaştığımızda beni, ailesiyle tanışmam için davet etti.
Eve doğru yürürken küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu, dalların uçlarına her iki eliyle dokundu. Kapı açıldığında; adam şaşırtıcı bir şekilde değişti. Yanık yüzü tebessümle kaplandı, iki küçük çocuğunu kucakladı ve eşine kocaman bir öpücük verdi. Daha sonra beni arabaya yolcu etmeye geldiğinde; ağacın yanından geçerken merakim daha da arttı ve ona eve giderken gördüğüm olayı sordum.
"O, benim dert ağacım," dedi.
"Elimde olmadan işimde bazı sorunlar çıkıyor, ama şundan eminim ki o sorunlar, evime, esime ve çocuklarıma ait değil. Bunun için bu sorunları her aksam eve girerken o ağaca asıyorum. Sabahları tekrar onları oradan alıyorum. Ama komik olan ne biliyor musunuz?
"Ertesi sabah onları almaya gittiğimde, astığım kadar çok olmadıklarını görüyorum...."

Öfkeyle geçen her dakikanız, mutluluğunuzdan çalınmış 60 saniyedir !


NÜKTELER

Edebiyat dünyasından latifeler
Ercüment Ekrem, Çamlıca'da genis bahçeli bir evde oturuyordu. Bir cuma gunu Yahya Kemal ziyaretine gitti.
Evi kolayca buldu. Lakin kapıdaki "köpek vardır, dikkat ediniz" yazılı levhayı görünce irkildi.
- Eyvah, içeriye ihtiyatla girmek lazım.
Öce kapıdaki çıngırağı çaldı kuvvetlice.
Gelen giden olmayınca ne olur-ne olmaz diye eline birkaç ufak taş alıp tedirgin adımlarla bahçeye girdi.
En ufak çıtırtıya kulak kabartarak, eve doğru yürürken aynı levhadan bir tane daha gördü.
Tedirginliği arttı ama geri dönmeyi de kendine yediremeyip yürümeyi sürdürdü. Ama o da ne?
Bir "köpek vardır, dikkat ediniz" levhasi daha!
Artık adım atacak cesareti kalmamıştı.
-Ercüment!.. Ercüment!.. diye bağırmaya başladı.
Ama sesine ses veren olmadı...
Yahya Kemal, cesaretini toplayip eve kadar yürümekten başka çaresi kalmadığını anladı. İhtiyati elden bırakmayarak yürümeye başladı.
On beş-yirmi adım sonra evin kapısının önünde buldu kendini.
O esnada Ercüment Ekrem bahçenin diğer köşesinden çıkageldi. Dostunu görünce sevindi.
- Vay! Safa geldin Yahya Kemal!..
- Safa bulduk azizim, ama ödüm de patladı.
- Ödün mü patladı? Sebep?.
- Daha ne olsun, her yanda levha asılı. Bağlı mı bari?
- Bağlı mı? Aman Yahyacığım nasıl kıyar da bağlarım?
Ercüment Ekrem, tam da o sırada evin arkasından dolaşıp gelen yumruk kadar fino yavrusunu gösterdi:
- Bak!..
Yahya Kemal köpeği görünce şaşırdı:
- Ay! O levhalar bunun için miydi?
- Değil mi ya, iki gözüm? Zavallı yavrucağızı görmeyip üstüne basarlar diye astım o levhaları!

SEVGİ

Evlilik Hayatı Nasıl Bir Anlayışla Kurulmalı?
Evlilikte sağlam başlangıç şarttır. Başlangıçtaki hatalar belki de bir evlilik boyu sürüp gider. Sonraki derin pişmanlık fayda getirmeyebilir.
Bunun için sadece hislere dayalı tercihlerle başlatılan evlilikler sıhhatli olmayabilir. Gençler sanırlar ki hayat, sadece hislerle sürüp gider, başkaca bir tercih unsuru söz konusu olmaz. Hâlbuki hislerin etkisi kısa zamanda geçer. Tarafların öz meziyetleri, mizaçları, bilgi ve becerileri çıkar ortaya. İşte ömür boyu sürüp gidecek gerçekler bu öz varlıklar, ayrılmaz mizaç ve alışkanlıklardır. Bunu ise birbirlerine tümüyle hisleriyle bakan gençler pek fazla mühimsemezler ve göremezler. Birbirlerinden hoşlanmışlarsa her şeyi geriye iterler. Hoşlanmanın vereceği görmezlikler, hoşgörüler tarafları her türlü olumsuzluklara o an razı eder. Tabii o an ve o günler, sonraki aylar ve seneler değil, çünkü sonraları yaprağı dökülüp dikeni kalan güller gibi olurlar.
Bunun içindir ki gençlerin başkalarının yanında vakar içinde görüşüp konuşmaları, birbirlerini iyi tanıyıp anlamaları şarttır. Hatta sadece kendi tercihlerini bile kafi bulmayıp hisleriyle değil de akıllarıyla, mantıklarıyla, tecrübeleriyle de olaya bakan ana baba gibi büyüklerin de tercihlerine değer vermeleri gerekmektedir.
Zaten Şafii'de gencin yakınının da izni ve rızası bulunması şartı söz konusudur. Hanefi'de ise şayet taraflar denk ise mesele yoktur. Değillerse babaya ayırmak için itiraz etme hakkı söz konusudur.
Evlilikte sabır, tahammül ihmal edilmeyen geçerli vasıf olmasına rağmen ideal olan değildir. İdeal olan evlilik taraflardan birinin sabrına ve tahammülüne bağlı olmayıp karşılıklı anlayışla sorumlulukları paylaşan evliliktir.
Herkes kendi görevini biliyor, vazifesinin şuuruna eriyor, birbirlerini sabra, tahammüle zorlamıyorsa mesele yoktur. Aksi halde bir taraf hep sabır, hep tahammül ve gerilim içinde evlilik hayatını sürdürüyorsa elbette bunun mükâfatı çok yüksektir. Belki de bu sabırlı hayat onu cennet hanımlarının yahut da beylerinin arasına götürecektir. Ama herkes her zaman bunu göze alamayabilir. Böylesine hayatı sürdürmek de kolay olmayabilir. Zorlanmadan yaşanmalıdır müşterek hayat.
  *Alıntı:Hüseyin BAYHAN

0/Fikrinizi paylaşın/Yorumlar

Konu hakkında ilk yorumu siz yapın ..

Daha yeni Daha eski